İnsanın yazdıklarını okutması, okutacak mecra bulması,
okuyandan bir şey duymayı umması zor şey. Rica minnet yaptığınız incitiyor.
Öyle olmayanı da bir kan tahlili sonucu bekler gibi huzursuz ediyor.
Kimse, yazdıklarım okunsun, diye düşünerek yazmaz
ancak; ya bir gün okunursa, ihtimali mutlaka içinden bir yerden ince bir ses
verir. O sese kulak verip bir kere okutursa, nezaketen bile iyi bir şey duymuş
olsa, yine okutur. İşte o saatten sonra da o ince ses koca bir gürültü olur. Ya
o gürültüyle başa çıkamaz, el yordamıyla yazarsınız; ya da o gürültüde görmeye
alışırsınız.
Şu fotoğrafta gördüğünüz dosya da o ince sesin
marifeti... Nice yayın evleri, editörler, yazarlar, mail kutuları, şehirler
gezdi. Hangi bardaklara altlık, hangi çaydanlıklara nihale oldu bilmiyorum. Olmuştur.
Kimi mail kutularının okunmamışlarında, kimilerinin spam klasörlerine
kaldı. Şimdisinde biri ona bir şans verdi ve bir yayınevinin matbaasında
baskı kuyruğu bekliyor. Sonrasındaki kaderi nihale olmaktan hallice mi olur,
bilemem. Sonrasındaki gürültüyle nasıl başa çıkarım, bilemem.
Yıllarca buralarda olup yazdıklarımı okuyan, acaba
yeni bir şey var mı, diye gelip bakan, niye yazmıyorsun, diye soran,
motivasyonlarını eksik etmeyen, umudunu kesmeyen sizler olmasanız ben yine
“yazan” olurdum, evet. Ama bir “yazar” olmaya niyet etme cesaretini bulamazdım.
Niyetimi bulduğum yere geri bırakır mıyım, onu da bilemem. Bırakırsam oradan
alırsınız. Sanki bütün niyetler iyidir; saklarsınız.
Kim bulduysa onundur; kime yazdıysam onun olduğu gibi…
Bugün bu dosyanın kitap olması için bana bir şans
veren Minval Yayınları’na, bana yazanlara, yazdıranlara, okuyanlara, sizlere ve sana
binlerce teşekkür borçluyum.
“Yaş İşler Ustası” bir manilik olmazsa yaza kalmadan
kitapçılarda. Haber ederim; raflarda buluşuruz, olur mu?
Yorumlar